14 Mayıs 2013 Salı

HİÇ YERİNE KOYAMAYACAĞIN BİR ŞEYİ KAYBETTİN Mİ?



Batı Şeria’da, bir mülteci kampında, savaşın ortasına doğacak çocukları dünyaya getirmek için uğraşan İsrailli bir kadın doğum uzmanı, sınırın iki tarafındaki hayatları birleştirmeye çalışan, her iki tarafa da yabancı olduğunu anlayan bir doktor…

Fatma Şişli/Dosdoğru Haber
Bu haber 16 Nisan 2013'te Dosdoğru Haber'de yayımlanmıştır.

32. İstanbul Film Festivali’ne konuk olan birçok film geçtiğimiz hafta sonu sinema severlere veda etti. Festivalin gözde filmleri arasında bulunan, belgeselleri ile tanınan Fransız sinemacı Anaïs Barbeau-Lavalette’nin senaryosunu yazdığı ve yönettiği Inch’Allah filmi ise sahneleri ve can alıcı replikleriyle izleyenlerin dikkatini çeken yapımlardan biri idi.
Panorama özel mansiyon ödülü ve Fipresci Ödülü’ne layık görülen Lavalette’nin ikinci uzun metrajlı işi olan filmin başrolünde ise en son Cafe de Flore filminde izlediğimiz Evelyne Brochu (Chloe) yer alıyor.
Chloe Kanadalı genç bir doktor. Batı Şeria’daki bir Filistin mülteci kampında geçici bir klinikte kadın doğum uzmanı olarak çalışan Chloe’nun, sınırın her iki tarafında da tanıdıklarının olması bir türlü kendini bir yere ait hissedememesine sebep oluyor. Gündüzleri Filistin’de, akşamları ise Kudüs’te İsrailli bir asker olan kapı komşusu Ava ile birlikte geçmektedir. Yaşadığı çelişkilerle Chloe, her gün iki kent arasındaki kontrol noktalarında gidip gelir ve hamile mülteci kadınları muayene eder. Bu arada Rand adındaki hastalarından biriyle arkadaş olur. Ailesiyle tanıştıktan sonra işgal altındaki yaşam bölgelerinde hayatın nasıl aktığına da şahit olacaktır. Her gün uçurumun iki farklı yanını gören Chloe, birbirlerine düşman arkadaşları arasında köprü kurmaya çalışsa da her iki tarafa da aslında yabancı olduğunu fark edecektir.
Başında kipasıyla salınarak çarşıda yürüyen bir erkek çocuğu kuş kafesinin yanına gelip, güvercinlere bakarken ekran bir anda kararıyor. Ve patlama sesiyle izleyici Inch’Allah filmine başlıyor.
Filistinli bir çocuk İsrailli askerlerin uyarısını dinlemeyip, onların üzerlerine yürüyor. Nefretini kusan bu çocuk karşısında hızını alamayan askerler arabanın altında kalan çocuğun üzerinden geçiyor diğer çocukların önünde. Masum bir çocuğun gözleri önünde katledilmesiyle, savaşın içerisine doğacak olan çocuklar için mücadele eden Chloe’nun yaşadığı ikilem iyice ortaya çıkıyor. İsrail kontrol noktasında asker olan arkadaşı Ava’ya “Siz İsrailliler için sadece bir çocuk değil mi!” diyerek tepkisini gösteriyor. Bu işlere kendini fazla kaptırdığını düşünen mesai arkadaşına karşı da “Ayakkabıma kanı bulaştı.” diyerek nasıl sessiz kalabildiklerini sorguluyor.
Film uç noktalara çok fazla dokunmadan, sınırın iki tarafında da yaşayan bir kadının gözünden savaşı yansıtıyor. Görselliği, müzikleri ve can alıcı replikleri izleyici üzerindeki etkileyiciliğini arttırıyor. Süpermen kıyafeti giymiş ‘ufak taşlarla’ oynayan Filistinli bir çocuk, hamile bir kadının hastaneyi aramaya gelen askerlere karnındaki çocuğu göstererek “Bunu da arayacak mısın? Silahı var bak!” diye seslenmesi etkileyici sahnelerden bazıları idi.
Gece olunca her iki şehirde de hayat başka bir hal alıyor. Karşımıza Batı Şeria’nın arka sokaklarında gitar çalıp, şarkı söyleyen iki genç çıkıyor. Bu sahne Gönül Yarası filmindeki “Bu şarkıda ağlamak için Kürtçe bilmeye gerek mi vardır?” repliğini akıllara getiriyor. Şarkıyı söyleyen Filistinli kadın o kadar içten söylüyor ki o dili bilmeseniz de içindeki acıyı hissedebiliyorsunuz.
Filmin can alıcı repliklerinden birisi ise ateş başında mısır pişiren çocuklar arasında geçiyor. Ateşte pişen mısırın yanmasıyla çocuklardan biri diğerine “yandı” diye sesleniyor. Diğeri ise “Olsun ben yanık severim, evlere ateş açan adamlar gibi!” diyerek İsrail zulmünün derecesini akıllara getiriyor.
İsrailli arkadaşı Ava, Chloe’nun Filistin tarafındaki duruma kafayı çok taktığını düşündüğü için “ Its not your war ( bu senin savaşın değil)” Diyor. İnch’Allah, bu sahneyle de aktivist tarafını koruyarak duyarsızlığa karşı savaş açıyor.
Film canlı bomba gerçeğine de değiniyor. Ve bu canlı bomba karşımıza Chloe’nun hastası Rand olarak çıkıyor. İsrailli askerler yolu kapattıkları için hastaneye ulaşamayıp, bebeğini kaybeden Rand canlı bomba olup sınırın öte tarafına geçerken izleyiciye şöyle sesleniyor; “Bu benim hikâyem, herkese anlatın. Ben duvar değilim, taş değilim. Görünmeden yaşamaktansa, bilinerek ölmeyi tercih ederim.”
İnch’Allah birçok farklı konuyu ele almaktansa kişiler üzerinden gidip bir canlı bombanın, İsrailli bir askerin, bir erkeğin, bir annenin, çocuğun ve bir doktorun gözünden bu savaşın izlerini seyircisine ulaştırıyor. Ve savaş psikolojisinin insanları olduğundan çok farklı bir yere, hiç olmak istemeyeceği bir noktaya sürükleyebileceğini hatırlatıyor. Rand’ın canlı bomba, Ava’nın da kontrol noktasında asker olmak istemediği gibi… Senaryosu, görselliği, insan haklarına dair verdiği mesajlar, sivrilmeden konuyu ele almaya çalışması ve en önemlisi taraf olma durumunu abartmadan bu meselenin bir ucundan tutup beyaz perdeye aktarması ile izlenilmesi gereken filmler arasında.
Son olarak, Rand’ın ağabeyi Faysal’ın sınırın iki tarafındaki insanlar arasında köprü olmaya çalışan Chloe’ya da dediği gibi insan yerine koyamayacağı bir şeyi kaybetmeden bir diğerini tam olarak anlayamıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder